Yazar Deniz Poyraz ilk kitabını tanıttı

Lüleburgazlı genç yazar Deniz Poyraz ile “Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler” isimli ilk kitabı hakkında konuştuk.
Yazar Deniz Poyraz ilk kitabını tanıttı  

1991 yılında Lüleburgaz’da doğan Deniz Poyraz, Yıldız Teknik Üniversitesi Harita Mühendisliği bölümünü yarıda bırakarak Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi bölümüne kaydoldu. Buradan mezun olan ve şu anda Yayıncılık Yönetimi alanında Yüksek Lisans eğitimine devam eden Poyraz’ın 10 öyküden oluşan Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler isimli kitabı, İletişim Yayınları etiketiyle bir süre önce raflardaki yerini aldı. Biz de vesileyle genç yazar Deniz Poyraz ile bir röportaj gerçekleştirdik. 


Eleştiri, makale ve röportaj türündeki çalışmaları çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yayımlanan Poyraz’ın kitabını Lüleburgaz’da Göktaş Kırtasiye’den edinebilirsiniz.

Neden yazar olmak istedin? İçindeki yazma aşkı nereden geliyor?

Okumaktan diyebilirim. Yazmamın kaynağı okumaktır. Kaliteli, güzel ve sizi etkileyen metinler okumaya başladıktan sonra, o dünyanın bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz. İçinizde yazmaya dair birtakım duygular oluşmaya başlıyor. Benim yazma serüvenim, iyi kitapların bende yarattığı bu etkiyle başladı diyebilirim.

En çok okuduğun yazarlar ve kitaplar nelerdir?

Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanını okuduktan sonra insana, tabiata, yaşadığım dünyaya olan bakış açımda bir dönüşüm gerçekleşti. Sonrasında Franz Kafka, Albert Camus, J. P. Sartre gibi varoluşçu yazarların metinleri, okumaya olan tutkumu körükledi. Bundan sonra çok geniş bir yelpazede ve Türkçe edebiyat ağırlıklı olarak okumalar yapmaya başladım.

İnsanlara yazılarında vermek istediğin en önemli şey nedir?

Günlük hayatın olağan akışı içerisinde birtakım durumlar ilginizi çekiyor. Bunlar rutini bozan, dikkati dağıtan şeyler oluyor. Hem paylaşmak herkesin içinde var olan doğal bir eğilim. Bir şey vermekten öte, bana dert olan, mesele ettiğim durumları okurla paylaşabileceğimi düşündüğüm için yazıyorum sanırım.

Kitabının ismini neden “Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler” koyduğunu anlatabilir misin?

Emine küçük bir kız çocuğu kitapta. 7-8 yaşlarında. Çocuk dünyası biz yetişkinlerin dünyası gibi değil, biliyorsun. Bir saflığı, el değmemişliği, dokunulmamışlığı, kirlenmemişliği ihtiva eder ya da öyle olması beklenir. Ama aslında hiçbir şey -çocukların yanında konuşulmaması gereken tüm o şeyler- o çocuk saflığına, o dünyaya ait olmaması gereken şeyler hiçbir zaman gizli kalmaz. Öykülerim de tekinsiz konuları ele alıyor. Bu ismin de bu bağlamda kitaptaki tüm öyküleri kapsayıcı bir niteliği olabileceğini düşünmüştüm.

Kitabın kapak tasarımı da ilgi çekiyor. Kim tasarladı, kitabın kapağında bulunan gözleri bantlı kız ile ne anlatılmak isteniyor?

Kapağı tasarlayan Seda Mit, aynı zamanda çağdaş sanatçı, ressam. Sanatçının işlerini önceden biliyor, çalışmalarını beğenerek takip ediyordum. Kapağı onun tasarlayacağını duyduğumda ayrıca heyecanlandım. Neticede çok içime sinen bir kapak oldu. Gözleri bantlı figürle ilgili konuşmak gerekirse; bizde genelde adli bir haber olduğunda mağdurun gözleri şeritle kapatılır medyada. Sanki o bir suçluymuş, sanki yaşanan kötülük onun yüzünden olmuş gibi bir algı yaratılır. Emine’nin yüzündeki şerit de ana-akım medyadaki bu algıya taşlama olarak okunabilir.

Kitaptaki karakterleri ve mekânları oluştururken kendinden veya yaşadığın çevrenden bir parça oluyor mu?

Bu hiçbir yazarın kaçamayacağı bir şey aslında. Her yazarın bir Çukurova’sı oluyor ister istemez. Ama kimsenin de hayat hikâyesi tek başına edebi nitelik taşımıyor. Bunu edebi niteliğe ulaştıracak olan yazarın kendisidir. Edebiyat bir dil işi olduğu kadar bir kurgu işi de ayrıca. Gerçeklik yanılsaması yaratma işi. “Mış gibi” yaparız ve kurgunun da imkânlarıyla, onu en gerçekçi şekilde, en etkileyici biçimde anlatmaya özen gösteririz. Tabii en iyi bildiğiniz şeyi anlatmaya gayret gösterir, ait olduğunuz kültürden ve hikâyelerden yararlanırsanız bu bir yazar olarak sizin faydanıza olur.

Öykülerinde ilham kaynağın var mı? Varsa nelerdir?

Ben öykülerimin “an’ların” üstüne kurduğum yapılar olmasına özen gösteririm. Bu “an’lar”, hayatın akışı içerisinde etkilendiğim bir durum, herhangi bir gazete haberinde gördüğüm bir şey, bende iz bırakan bir durumla alakalı olabilir. Öyküde kurduğum her şeyin o “an’a” hizmet etmesini sağlamaya çalışırım. Başımdan geçip geçmemesinin bir önemi olmaz. Yeter ki bir yerlerde yaşanmış, yaşanmakta veyahut yaşanabilme ihtimali olduğunu bileyim.

Öykülerinde canlı betimlemelerle beraber akıcı bir anlatım da dikkat çekiyor. Dili kurarken nelere dikkat ediyorsun?

Yazı dediğimiz şey harflerden oluşuyor ve bunlarla okurun zihninde görüntüler yaratıyorsunuz. Bu görselliği yaratırken seçeceğiniz kelimeler oldukça önemli oluyor. Hele ki öykü gibi rafine bir tür için konuşmak gerekirse... Dildeki hareketliliğe gelince, öykü dilimi kurarken bir ritim duygusu yaratmaya özen gösteriyorum elimden geldiğince.

Pul Biber Yangını isimli öykünde yarattığın kadın karakter baskın, dobra ve empati yeteneği yüksek bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Bu karakterleri yaratmaktaki amacın neydi?

Bir karşıtlık yaratmak istedim aslında. Öykünün anlatıcısı olan erkek karakterin karşısına onun dünyasına, değerlerine, hayat algısına, yaşama bakış açısına tümüyle aykırı bir kadın çıkartmak istedim. Olabilecek şeylere bir bakmak istedim. Ben de merak ediyordum nasıl bir sonuç çıkacak diye. Böyle bir kadının, bu adamın dünyasına nasıl etkileri olurdu acaba? Evet, geleneksel kodların dışında, birtakım formlardan, kalıplardan arınmış gözüken bir hâli var kadın karakterimin.

Kitabınla ilgili olarak çevrenden nasıl tepkiler aldın?

Kitap raflara çıktığı haftadan itibaren çok güzel geri dönüşler aldım. Çok doyurucuydu. İnsanların öykülerimin üstüne düşünmüş olmaları büyük bir mutluluk. Motive edici.

Cüneyt ÜNLÜSOY

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 24 Ekim 2024, 23:25 tarihinde yazdırılmıştır.