MADDEDE MANAYI KAYBETTİK!Yazar - Doğukan Önal
Allahu azimüşşan, kuluna verdiği Nimet nispetinde karşılığını soracaktır ve bu noktadan mahşerde bizi sorumluluk altında hesaba çekecektir. Oysaki Sizler de takdir edersiniz bugün bir gözümüzün şükrünü Eda etmekten hepimiz aciziz. Ama Bizler bugün okuyabiliyoruz akıl Çemberi çerçevesinde olayları analiz edebiliyoruz ve hepimiz geçmişe kıyasla fevkaladenin fevkinde imkanlara sahibiz. Bu imkanları yaradılış gayemize uygun şekilde sadece ve sadece Rabbimize kulluk etmek ve onun dininin savunucusu noktasında harcarsak zararımız da kardır karımız da kardır, lakin hususiyetle belirtmek istiyorum ki bu sahip olduğumuz imkanları ve nimetler bizim yaratılış gayemizin dışında kullanılırsa ve gözümüzün önünde bazı değerleri ayaklar altına alınırken bazıları ise tarihin çöplüğünde kaybolmaya yüz tutmuş ise şayet biz inananlar olarak amellerinize bakılmaksızın özellikle belirtiyorum amellerimizi bakılmaksızın itikadımızın gerektirdiği olarak bunlara karşı çıkmıyorsak bu bizim için ahirette bir azap vesilesidir.
Söylemesi ve konuşması çok acı olsa da Anadolu evlatlarının çocukları bugün üzerine düzinelerce yazacağımız meselenin savunuculuğundan uzaktır. kültür emperyalizmi, toplumsal olaylara verilen tepkinin sekülerizme sevk etmesi ve muhafazakar camiaya gönül vermiş, bu noktada çalışmalarını gerçekleştiren fikir ve düşünce adamlarının ya çekinmesi ya korkması ya da vefat etmesi sebebiyle bugün İslam davası bu ülkede ne yazık ki edebiyat, sanat ve eğitim de hala gariptir.
Bu konunun istişare ve değerlendirmesini yaptığımızda genellikle 50 yaş üstü abilerimizden aldığımız cevap ülkede İslami kanunların cari bulunmamasıdır. Peki ben sizlere soruyorum bu bahane bizim kurtulmanıza yetecek mi? Efendimiz cahiliyet devrinin ortasında tebliğ’e başlarken acaba o dönem islam mı hakimdi veya Müslümanlar bizim kadar imkanlaramı sahipti?
Tabii ki hayır! o dönemde bütçesi milyon liraları bulan Vakıflar ve STKlar da yoktu o dönemde turizm şirketlerinin Hac ve Umre organizasyonlarını yer bırakmayacak şekilde dolduran imkanların en yüksek değerine sahip olan Müslümanlar da yoktu o dönemde var olan yegane duygu sadakat, samimiyet ve cesaretti!
Ehli sünnet itikadımıza göre amel imandan bir cüz değildir. Yani bir Müslüman Ben müslümanım diyorsa Allah'ın birliğini ve peygamberin doğruluğunu tasdik ediyorsa o insan Müslümandır, içki içebilir alkol kullanabilir zina edebilir ve bilimum günahları işleyebilir. Bizim onu tekfir etme veya onu dinden çıktı gibi sözlerle ötekileştirme hakkımızda yoktur, şansımız da yoktur İnancımız bunu emreder! Asıl mesele itikattır nasıl inandığımızdır, neye inandığımızdır. Hiçbir günah adamı kafir etmez, onu dinden çıkaracak yegane sebep itikadının bozukluğudur. Burada anlatmak istediğim İslam'ın şekilci olduğu değil her şeye bir mânâ ve muhteva yüklediğini belirtmektir, bir adam çok günahkar olabilir ama son nefesinde tövbe nasip olursa cennete gidebilir bir adam ise beş vakit namazdan anlını kaldırmayabilir zekat, umre, hac, oruç hepsini gerçekleştirebilir ama Allah'ın düşmanının bir sözünü tasdik ederse ve peygambere hakaret isnad ederse farzımuhal onu yalancılıkla itham ederse kıpkızıl kafir olur.
Zira bir vakit namaz kılmadan şehadete Eren ve cennete gittiği sabit olan sahabe efendimiz vardır. Şöyle ki;
Peygamberimiz (Sav), Hayber kalelerinden bir kaçını muhasara altına almıştı. Bu sırada önüne davarlarını katmış birinin İslâm ordusuna doğru geldiği görüldü. Bu adam, Hayber Yahudilerinden Âmir'in Yesâr adını taşıyan Habeşli kölesiidi. Davarlarını güder dururdu. Hayber kalelerinin kuşatıldığı sırada, Yahudilerin silahlarına sarılmak istediklerini görünce, "Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sormuştu. Yahudiler, "Şu kendini 'Resûl' diye ilân eden adamı öldürmek istiyoruz." cevabını vermişlerdi. "Resûl" kelimesini duyan Habeşli Yesâr, bir an duraklamış, bu kelimenin âdeta şefkatli bir el gibi kalbini kapladığını hisseder olmuştu.
Yesâr sadece, Yahudilerin beyanlarıyla iktifa etmek istemiyor, meseleyi kaynağından öğrenmek istiyordu. İşte bunun için davarlarını önüne katarak, Hz. Resûlullah (asm)'ın huzuruna çıkageldi:
"Sen neler söylüyor ve nelere dâvet ediyorsun?" diye sordu. Resûl-i Ekrem,
"İslâmiyete dâvet ediyorum. Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de O'nun Resûlü olduğuma şehâdete, Allah'tan başkasına ibâdet etmemeye çağırıyorum." buyurdu. Yesâr, bu sefer,
"Peki, ben, dediğin gibi iman eder ve şehadette bulunursam bana ne var?" Resûl-i Ekrem,
"Eğer bu iman ve bu şehadet üzere olursan Cennet var!" dedi.
Bunun üzerine Yesâr, hemen orada Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem, ona bu iman ve şehadet üzere ölürse Cennete gireceğini söylemişti. Amma Yesâr müteredditti. Yaşadığı muhitte insanlar makam ve mevkilerine, zenginlik ve fakirliklerine, güzellik ve çirkinliklerine göre muamele görüyorlardı. Güzel olmayana, hele köleye kimse itibar etmezdi. Bu sebeple,
"Yâ Resûlallah! Ben Habeşî (siyah tenli) çirkin yüzlü ve fakir bir adamım, bir köleyim! Bu halimle Yahudilerle çarpışır ve ölürsem yine Cennete girer miyim?" dedi.Resûl-i Ekremden Yesâr'ı sevince boğan bir cevap geldi:
"Evet, Cennete girersin!" Yesâr bu sefer,
"Yâ Resûlallah! Şu davarlar bana emânettir. Şimdi ben onları ne yapayım?" diye sordu. Peygamberimiz,
"Onları karargâhtan çıkar. Onlara doğru ufak taşlar at ve bağır! Onlar, sahiplerinin yanına dönecektir." diyerek Yesâr'a yol gösterdi. Yesâr hemen kalktı. Yerden bir avuç kum alıp davarlara doğru savurdu:
"Haydi, artık sahibinize dönünüz." dedi. Davarlar, sanki biri tarafından güdülüyormuş gibi, topluca gidip sahiplerinin yanına vardılar.
İslâmiyetle şereflenen Yesâr, artık o andan itibaren Allah yolunda çarpışan bir mücahid olmuştu. Mücahidler safında düşman arasına cesurca dalıyordu. Çok geçmeden Hayber kalelerinden atılan taşlarla şehid oldu. Böylece, bir vakit namaz kılma fırsatını bulamadan Cennete uçan Müslüman ünvanını aldı.
Üzeri örtülü idi. Yerde uzatılmıştı. Cenazeye bakan Hz. Resûlullah (asm)'ın bir ara yüzünü çevirdiğini farkeden Sahabîler merakla, "Yâ Resûlallah! Ondan yüzünüzü niçin çevirdiniz?" diye sordular. Resûl-i Ekrem Efendimiz sebebini şöyle izah etti:
"Şehid, vurulup yere düştüğü zaman Cennet hurilerinden iki zevcesi gelip yüzünden tozları silerler ve 'Allah, seni toza toprağa bulayanın da yüzünü toza toprağa bulasın! Seni öldüreni, öldürsün!' derler. "Allah, bu kuluna ikram edip, onu hayra sevk etti. Allah'a hiç secde etmediği halde, Cennet hurilerinden ikisini, onun başucunda gördüm!"
Bir vakit namaz olmadan sadece iman ve sadakati ile cenneti kazanan bu sahabe efendimiz mananın madde karşılığında ki ezici yüceliğini şehadet mertebesi ile bizlere ispat etmiştir!
http://www.hurfikir.com.tr adresinden 22 Kasım 2024, 07:09 tarihinde yazdırılmıştır. |