AZ KALDI BİLİYORUMYazar - Ozan AkarsuKışın kendini iyice gösterdiği Lüleburgaz’da, kentin binlerce emekçisinden biri olarak sabahın karanlığında kalkıyorum ve işe gitmek için durağa doğru yürüyorum.
Durağa doğru yürürken yanımdan bisikletiyle işe giden emekçiler geçiyor. Hepsi ekmek parası için pedal çeviriyor. Kadı Ali Camiinin köşesine kadar izliyorum onları. Kimi sağa dönüyor, kimi sola dönüyor, kimi Terminale doğru ilerliyor. Caddenin başına vardığımda ise gözümü Taşköprü’ye dikiyorum.
Taşköprü, sabahın beşi gibi karanlıklar içinde. Sık sık bu karanlığa karışan, aynı renk montlu iki kişi dikkatimi çekiyor. Hiç düşünmeden karanlığa dalıyorlar ve gözden kayboluyorlar. Bir iki saniye sonra ise iki küçük ışık beliriyor nokta halinde. Bir yukarı bir aşağı bir sağa bir sola bazen iki yana sallanıyor. Anlıyorum ki; aynı renk montlu İki kişi ışık parçası olarak köprüde ilerliyor. Köprünün diğer yakası gözükmüyor.
Karanlıklar içindeki köprünün karanlığı bazen bir çift bazen de onlarca far ve ışığın huzmesiyle ortadan kalkıyor. Aynı renk montlu iki kişi, iki karanlık siluet oluyor o an. Köprünün iki yakası ne kadar aydınlıksa onlar o kadar karanlık oluyor. Araçlar üstlerine gelir gibi oluyor, onlar yürümeye devam ediyor. Onlar yürüyor, araçlar yanlarından geçiyor. Kimi oldukça yavaş geçerken kimi hiç gaz kesmiyor.
Caminin yanından geçerken derenin kokusunu alıyorum. Yaban otuyla karışık durgun akan dere kokusu bu. Arada şırıl şırıl akan sesini duyuyorum. Kulağa hoş geliyor ama taştığı zaman neler yaptığını bildiğim için kendimi kaptırmıyorum. Nihayet durağa varıyorum.
Durak önceden yaşadığım muhitteki durağın aynısı. Şekil şemailinden bekleyen insanlarına kadar ona benziyor. Bu yüzden çabuk alıştığımı düşünüyorum. Çisenti başlayınca sığınacak yeri az, yağmur bastırınca ve biraz da rüzgârla savuşunca sığınacak yeri yok. Şemsiyenin kolladığı kadar kurudasın, kollamadığı kadar da ıslaksın. Bilen bilir paçalardan dizlere kadar ıslanmış halde işe gitmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu.
Hava biraz ılıksa telefonlar ellerde oluyor. Kimi oyun oynarken, kimi gazete okuyor. Hava iyice soğuksa istisnasız eller cepte, gözler ise gelecek fabrika servisini arıyor. Yıllardır böyleymiş demek diyorum bazen. Babamı durakta beklerken çocukluğumda, farklı şeyler düşünürdüm oysa. Poşetten çantadan çıkaracağı şeyler var mı diye arardı gözlerim mesela. Şimdi babam gibi beklerken farklı duygular hissediyorum.
Herkes son yıllarının birbirine benzediğini düşünüyor Lüleburgaz’ın. Karşıdan bakınca da öyle duruyor hani. Biraz yaklaşınca, biraz dinleyince öyle olmadığı anlaşılıyor. Biraz boğuk, biraz kısık bir sesle, üstü kapalı da olsa konuşuyor halkı. Eski yıllara nazaran daha fazla telefon kullanıyor kenti için. Gördüğü sorunu ve eksikliği çekinmeden yazarak dile getiriyor artık. Haliyle her yağışlı havada duraklarla ilgili şikâyetler sıralanıyor kente dair paylaşım yapan sayfalarda.
Sık sık ne diyordum yazılarımda? ‘’Sorunlar zamanında çözülmez sadece geçiştirilirse, ilerleyen yıllarda daha büyük bir şekilde karşımıza dikilecek. İşte o zaman çözülmez ve içinden çıkılmaz bir hal alacak. Peki, karar vericiler ne yapacak?’’
Lüleburgaz’ı dinliyorum gözlerim kapalı, dere ile Taşköprü’yü görüyorum endişeli, gazeteye yazıyorum zihnim açık ve az kaldı biliyorum. Ben de artık gülüyorum.
http://www.hurfikir.com.tr adresinden 22 Kasım 2024, 09:54 tarihinde yazdırılmıştır. |