ÇANAKKALE CEPHESİNDE ORUÇ

Yazar - Ahmet Bostancı

ÇANAKKALE CEPHESİNDE ORUÇ Çanakkale savaşları dokuz ay kadar devam etti. Kış günlerinde soğuk havalarda yazlık ve yırtık elbiselerin içinde askerler çok üşüyordu. Potinleri de yırtık ve eski idi. Siperlerin içine biriken yağmur suları buz tutuyordu. İki metre siperden dışarı çıkmak mümkün değildi. Çıkan düşman kurşununa hedef oluyordu. Yazın ise 40-50 derece sıcakta askerlerin güneş başına vuruyordu. Sıcakta ceset kokuları, hacet çukurlarından gelen kokular, sivrisinek, karasinek, karınca,  haşarat… Nefes almayı dahi zorlaştırıyordu. Doğru dürüst karnı doymayan askerler için açlık kol geziyordu. 13 Temmuz da mübarek ramazan ayı başlıyordu. Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi savaş şartlarında oruçla mükellef olmadığına dair fetva yayınlamıştı. Bu fetva askere duyurulurdu. Ancak askerler yanındaki arkadaşlarının bir bir şehit olduklarını görüyor; 

-“Allah’ın huzuruna oruç borcu ile gidemem. Ben zaten çocukluğumdan beri orucumu bırakmadım.” Diyorlardı. Temmuzun sıcağında savaş ve yokluk şartlarında 16 saat oruç tutuyorlardı. Bu şekilde şehitlik yarışına giriyorlardı. Çanakkale’de iman ve maneviyat, en güçlü haçlı ordularını dize getirdi. Diyoruz. Ama bu iş nasıl oldu? Başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim. Sonra bir de kendimize bakalım. Ezana kulak vermeyenler, onun davetine icabet etmeyenler, ezanlar susmasın diye on beş yaşında Çanakkale’de şehadete koşanları anarlar ama anlayamazlar.

Bir asker cepheden kızına mektup yazıyor ve diyor ki;

“Benim güzel kızım, Bu gün Temmuz 14, Ramazan’ın ikinci günü. Şeyhülislam oruç tutmayabilirsiniz diye fetva yayınladı. Ama benim içim rahat etmedi. Oruca niyetlendim. Sahur vakti çalıların arasında iki kök çiriş (pırasadan daha küçük bir ot) buldum. Onlarla sahur ettim. Gündüzü yeni siperler kazdık. Hiç susamadım. Taarruz arttı. Kafamızı çıkaramadık. Akşam olunca bir asker ezan okudu. Siperin içinde matara elden ele dolaştı. Herkes orucunu su ile açtı. Ben zannettim ki sadece ben oruçluyum. Meğer bölüğün hepsi oruçluymuş.  Matara en son bana geldi. Geldi ama ben kendimden utandım. Arkadaşlarım hepsi sahursuz oruç tutmuşlar. Ben ise iki çirişi yediğim için arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissettim. O gün oruçlu şehit olan Erzurumlu, Darendeli ve Yeniceli’nin hakkını nasıl öderim diye gözyaşı döktüm…”

 

ÇANAKKALEDE RAMAZAN 

 

Çanakkale’nin yazı, güneş tam tepemizde,

Gündüz on altı saat, iftarsa ta sekizde.

Hareket edemeyiz, siper güneşe karşı,

Kaynar beyinlerimiz; bu şehitlik yarışı.

Daracık siper sanki bir kapan veya kafes,

Ömürlere ilave aldığımız her nefes.

El bombası, şarapnel yağmuru, top güllesi,

Yürekleri dağlayan “ah yandım anam! ” sesi.

Düşman uçağı görür, kıpırdamak hep yasak,

Altımızda tünel var, patladı, patlayacak.

Üstü kapatılmamış ihtiyaç çukurunun.

Ceset, çöp, hayvan leşi, nasıl dayanır burun?

Aman vermez karınca, her yerde yılan, akrep?

Kanlı tırnak izleri, bit ve pireler sebep.

Karasinek bulutu, saldırgan sivrisinek,

Bir parça peksimettir, gece yenilen yemek...

Dudaklar parça parça, yarılmış susuzluktan,

Göz kapakları diken olmuş uykusuzluktan.

Hasrettiler sılada bir bayram sabahına,

On binler oruçluyken kavuştu Allah’ına...

(Ekrem Şama)

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 24 Kasım 2024, 23:36 tarihinde yazdırılmıştır.