İSLAM DİNİNDE AİLENİN ÖNEMİ ve İYİ AİLE OLABİLMENİN VASIFLARIYazar - Eyyüp Sabri ErdemAile, insanoğlunun imtihan için gönderildiği dünya hayatında; fert olarak içinde doğduğu, çocukluğunu ve gençliğini yaşayarak büyüdüğü, dünya ve ahiret saadeti için eğitim aldığı en küçük sosyal topluluğa verilen isimdir.
Dünyaya ilk insan olan Adem(Aleyhisselam) ve eşi Havva validemizin ayak basmasından itibaren aile kurumu da ortaya çıkmıştır. Burada ki bilmemiz gereken en önemli mesele yüce Allah’ın iradesiyle ilk insan, bir aileye sahip olarak yaratılmıştır. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, yeryüzünde yaşayan insanların atası olan Hz. Âdem’in (Aleyhisselam) bir eşe sahip olduğunu ve ikisinin bir aile yuvası kurduğunu haber vermektedir. (Bakara sûresi 35; Maide sûresi 27; Araf sûresi 23; Taha sûresi 117–119.)
Kişinin mutluluğunu temin eden, toplum ile kişi arasını birbirine bağlayan ve onu topluma kazandıran ailenin önemini şu Ayet-i Kerim’e çok beliğ bir tarzda ortaya koymaktadır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum sûresi 21)
Öyleyse aile, öncelikle insanın huzur bulacağı,mutlu olacağı ve kişilik yapısının ahlaki vasıflarının şekilleneceği bir yuvadır. Hem beden hem de ruh sağlığı için huzurun vazgeçilmez işlevi hatırlanınca, bu yuvanın insan için nasıl bir önem taşıdığı ortaya çıkacaktır.
Bunun yanında aile, huzurlu,mutlu,ve güvenli bir hayatın ortamını hazırlamaktadır.İnsan yaratılışı itibarıyla yalnız başına yaşayamaz, çocuklar aile ortamının huzuru ve sıcaklığında terbiye edilmekte, hemcinsleriyle ilişki kurabilmekte ve şahsiyetini kazanarak geleceğini iyi yönde inşa etmektedir.
İslam’ın temel kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim’e ve Resulüllah’ın(Aleyhisselam)sünnetine (tatbikatına) bakıldığında, aileye kurumsal varlık kazandırmanın ve onun üzerine titremenin asli bir görev olduğunu görürüz. Bilindiği üzere ilk insanın dünya hayatındaki serüvenine ailesiyle başlamış olması, bu kurumun onun doğasında,fıtratında yer tuttuğunu gösterir. Diğer taraftan; “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Nur sûresi 32) ayeti, aileyi oluşturmayı toplumun bir görevi olarak Müslüman topluma yüklemektedir.
Peygamber efendimiz (Aleyhisselam) “Ey gençler! Evlilik yükümlülüğüne gücü yetenleriniz hemen evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve ırzı harama karşı daha fazla korur...” (Buhari) ile “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir...” (Buhari) hadis-i şerifleri ile, evlenip aile kurmanın önemini vurgulamaktadır.
Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) veda hutbesinde erkeklere hitaben “Kadınlarınız konusunda Allah’tan korkun. Siz onları, Allah’ın bir emaneti olarak aldınız ve onlarla beraberlik, Allah’ın kelimesi (nikâh) ile size helal oldu...” (Müslim) buyurmuştu. Bir başka sözünde de bu kadınları kastederek, “Mümin bir kişi, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, saliha bir hanım nimeti kadar başka hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü hanımına emretse sözünü dinler, yüzüne bakınca sevinir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıkarır, kocası dışarıya gitse iffetini ve kocasının malını korur.” (Ebu Davud) buyurmuştu. Onun bu mübarek sözleri, ailenin emanet duygusu ve iffet erdemi gibi nitelikler üzerine kurulduğunu göstermektedir.
Bu iki ölçüde zaten ailenin gerek bireysel gerek toplumsal öneminin temel taşıdır.
MÜSLÜMAN AİLENİN BAZI TEMEL NİTELİKLERİ
Dinimiz İslam’ın aile anlayışına baktığımızda, kurum olarak ailenin üzerine bina edildiği temel bir ruhun öne çıkarıldığını görürüz. Bu ruh, “en başta Allah’a iman,emir ve yasaklarına itaat,huzur, sevgi ve rahmet”tir. İnsanı yaratan Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bu gerçeği şu Ayet-i Kerim’e ile belirtiyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum sûresi 21)
Müslüman ailenin en temel özelliği, o ailenin bir huzur yuvası ve sevgi,merhamet hislerinin hakim olmasıdır. Bu ailede anne ile babanın saydığımız hislere sahip olmasıyla ve Allah’ın rızasını kazanmak için gayret etmeleriyle birbirleri huzura kavuşurlar; çocuklar bu huzurlu havada dünyayı tanırlar ve hep beraber karşılıklı sevgi saygı ve rahmet ahlakının ortaya çıkmasıyla şahsiyet kazanırlar.
Müslüman ailede anne-baba, evlatlar için en önemli ve kıymetli değerlerdir. Hangi sebep olursa olsun onlara üzüntü verilmemeye çalışılır. Meşru ve helal çerçevedeki arzu ve istekleri derhal yerine getirilir, incitmemeye azami gayret gösterilir. Bu o kadar önemli bir İslami hassasiyettir ki Kur’an-ı Kerim, tevhid gerçekliğinin yanında hemen ana-baba haklarına, bir başka ifadeyle kişinin anne-babasına karşı taşıdığı sorumluluğa işaret etmiştir:Rabbimiz kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur;“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara 'öf!' bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.’” (İsra sûresi 23-24) “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız…’” (Enam sûresi 151)
“Ana-babanın her isteği yerine getirilir” derken, bunu “meşru ölçülerde,Allah’a isyan edilmeyecek kurallarda” şartıyla demiştik. Kur’an-ı Kerim bu meşru çerçeveyi en genel biçimiyle“İslami değerler,ölçüler ve hükümler” olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur: “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.’” (Tevbe sûresi 24) Öyleyse Allah ve Resulünün(Aleyhisselam)düzenlemelerine ve bu uğurda cihad etmeye ters düşen ebeveyn istekleri Müslümanı bağlamayacaktır. Konuyla ilgili bir başka Ayet-i Kerim’de de şu emir yer almaktadır: “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokman sûresi 15) Her iki ayet, aslında ailenin gerek kendi özel hayatını, gerekse dışarı ile ilgili ilişkilerini, yani toplumsal ilişkilerini İslami değer ve hükümlere göre düzenlemesini öngörmektedir. Bu da şu demektir: İslami emir ve yasakların hakim olduğu Müslüman bir aile, Allah ve Resulü’nün emrettiği ve istediği gibi yaşayan bir ailedir.
Müslüman bir ailede çocuklar Allah’ın bir emaneti olarak kıymetlidir. Çocuğu bahşeden de onun cinsiyetini belirleyen de Yüce Allah’tır ve O, ana-babadan bu yavrunun iyi yetiştirilmesini emretmekte ve istemektedir: “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şura sûresi 49-50)
Ailenin morali, neşesi,hayat kaynağı ve geleceği olan çocuklar, aslında dünyada girilen en büyük imtihanın da konusudur. Çocuklara verilen terbiye, onlara kazandırılacak olan kimlik, ana-babanın ahiret hayatlarının ve dolayısıyla ebedi saadetlerinin en büyük belirleyicilerindendir.
İşte Müslüman aile bu şuurla yavrusunu eğitir, onu İslam şahsiyetinin canlı bir örneği yapmaya çalışır. Hz. Peygamber’in (Aleyhisselam), “Bir babanın çocuğuna bırakacağı en büyük miras, iyi bir isimle güzel bir terbiyedir.” (İbnü’l-Esîr, Câmi’u’l-Usûl, 1/416; Tirmizi) tavsiye ve emri de aynı tespite vurgu yapmaktadır.
Müslüman ailenin bir diğer önemli özelliğide, bu aileye mensup olan herkesin herkesin üzerine düşen görevleri bir ibadet anlayışı ve şuuru ile yerine getirmesidir. Buna ibadet şuuru dememizin sebebi ise;aile bireylerinin görevleri, kısmen Kur’an-ı Kerim’de, büyük ölçüde Peygamber efendimizin (Aleyhisselam)sünnetinde dinî bir ölçü ve muhteva ile duyurulmuş ve bu konuda Müslümanlar uyarılmıştır. Nisa suresinde yer alan bir ayet-i kerime söz konusu görevleri en genel çerçevesiyle şöyle belirlemektedir: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da ‘gayb’ı korurlar…” (Nisa sûresi 34)
Hz. Peygamber’in(Aleyhisselam)meşhur “Hepiniz çobansınız.” hadisi de bu bağlamda hatırlanmalıdır: “Sizden her biriniz birer çobansınız ve her biriniz güttüğünüzden sorumlusunuz. Devlet yöneticisi bir çobandır ve yönettiği kişilerden sorumludur. Evin erkeği bir çobandır ve aile bireylerinden sorumludur. Evin hanımı, kocasının evi içinde bir çobandır ve güttüğünden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve bunun yönetiminden sorumludur.” (Buhari,Müslim)
Bir başka Hadis-i Şeriflerinde ise “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olandır. Ben de aileme karşı hayırlıyım.” (Tirmizi) şeklinde konuşan sevgili Peygamberimiz(Aleyhisselam)hem hukuki ve ahlaki, hem cinsel ve bedenî hem de medeni ihtiyaç ve gereklerin topluca yerine getirilmesini, “hayırlı olmak” gibi bir vasıfla nitelendirmiştir.
Eşlerin arasında zaman zaman baş gösterebilecek kırgınlıklar, hem bu görevlerin ihmaline hem de aile yuvasının dağılmasına bir sebep teşkil edemez: “…Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisa sûresi 19)
Aile dışında kalan insanlara, yani toplum ile ilgili görev ve sorumluluklara duyarlı olmak, Müslüman ailenin bir diğer temel vasfını oluşturmaktadır. Nasıl Müslüman birey nefsinin arzu ve istekleriyle, kendi heva ve hevesiyle sadece kendisini düşünen bencil bir varlık değilse, Müslüman aile de kendi topluluğu dışında diğer topluluklara karşı belli bir ahlaki-hukuki sorumluluk altında olduğunu,vazifelerinin olduğunu bilir.
Bir Müslüman ailenin, kendi dışında sorumlu olduğu insanlar, akrabalardır. Gerek anne gerek baba tarafından aynı sülale içinde bulunan insanlar,ailenin diğer fertlerinin sevincine ve üzüntüsüne ortak olmak,çare olmak durumundadırlar. “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl sûresi 90) buyruğuyla Yüce Allah bunun önemini bize bildirmektedir.
Sıla-i rahim dediğimiz akrabalık bağlarının korunması kollanması ve muhafaza edilmesi, Kur’an-ı Kerim’de iyi bir Müslümanın önemli ve vazgeçilmez vasfı olarak nitelenirken, tersine bu bağa riayet etmeyip akraba sorumluluğunu göz ardı edenler “hüsrana uğrayanlar”, “yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, lanetlenip cehenneme gidenler” olarak nitelendirilmiştir. Şu ayet-i kerimeler akıllı ve bilinçli bir Müslümanın bu yöndeki tercihinin nasıl olması gerektiğini bize bildirmektedir: “Onlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği haklara riayet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.” (Rad sûresi 21) “Onlar, Allah'a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah'ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlaki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara sûresi 27.) “Allah'a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lanet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.”
(Rad sûresi 25.)
Müslüman bir ailenin topluma karşı vazife ve sorumluluğu elbette yakın akraba ile sınırlı değildir. Nisa suresinde ki şu ayet-i kerime söz konusu sorumluluğun çerçevesine komşuları, yetimleri, yoksulları, dostları vb. kimseleri de dâhil etmektedir: “Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa sûresi 36)
Müslüman ailenin özellikle günümüz şartlarında göz ardı edemeyeceğimiz bir temel vasfı da yaşadığı zamanın şartları içerisinde, Allah’ın emir ve yasaklarının ölçü alınacağı şekilde ilim, kültür ve sanat bakımından sürekli kendisini geliştirmeye gayret eden bir hayatı olmasıdır. Bu son husus, bir taraftan dünyanın imar edilmesi için gerekliyken, diğer taraftan Müslümanların dünyanın geri kalmış toplumları olmaktan kurtulması için önemlidir. Zaten beşikten mezara kadar ilim peşinde koşmayı bir erdem ve ahlak olarak sunan Peygamber’e (Aleyhisselam), ilim ve bilgide geri kalmış, bir ümmet olmak yakışmaz. Müslüman bir aile, Hz. Ali’nin (Radiyallahu Anh) tavsiyesine uyarak çocuklarını yarının bilgi ve tekniğiyle yetiştirip donatmalıdır. Böyle olduğu zaman toplum nitelikli, Müslümanlar başı dik hâle gelirler.
Ana hatlarını söylemeye çalıştığımız bu Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i seniyyeye göre Müslüman aile modeli olarak şekillenen toplumlar; dini,ahlaki ve toplumsal değerlerin alabildiğince tahrip edildiği, iffetsizliğin modernlik ve çağdaşlık ambalajıyla sunulduğu, nikâhsız birlikteliklerin (aslında tam bir ahlaksızlığa ve sorumsuzluğa vesile ve sebep iken) özgürlük diye pazarlandığı modern zamanlar(!) diye adlandırılan günümüzde, insanlığın daha güzel bir dünyada mutlu ve huzurlu yaşamanın devamı için en önemli değerdir. Daha insanca bir hayat, daha mutlu ve huzurlu bir dünya umudu taşıyanlara düşen görev ise saydığımız bu vasıfların kendi ailesinde hangi oranda bulunduğunu
sorgulamak ve bunları ailemize tatbik etmektir.
Selam ve Dua İle
http://www.hurfikir.com.tr adresinden 24 Kasım 2024, 23:27 tarihinde yazdırılmıştır. |