CHP Kırklareli Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyon Üyesi Vecdi Gündoğdu, Türkiye Çevre Ajansının kurulmasında dair kanun teklifi hakkında mecliste konuşma yaptı.
Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu yapılan çalışmaların çevreyi nasıl tahrip ettiğine değindi. Gündoğdu açıklamasında; mecliste şu konuşmayı yaptı “Getirilen her düzenleme vatandaşlarımızın yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir.
Adil ve eşit bir toplum inşa etmenin ön koşulu, doğa hakları yönünde davranış ve tutum geliştirmek, çevre adaletini sağlamakla mümkündür.
Plansız ve rant odaklı sözde büyüme, gelişme ve kalkınma gibi iktisadi kavramlar ne yazık ki süreç içinde ekolojik yıkımın, talanın bir perdesi olarak da kullanılmaktadır.
Bizler, insanı merkeze alan, doğayı insanın mülkü olarak gören, doğal kaynakları sınırsızca ve sorumsuzca tüketen politikaların yerine doğanın haklarının teslimi ve çevre sorunlarının çözümü için etkin mücadeleyi herkesin görevi olarak kabul ediyoruz çünkü doğa hakkı yaşam hukukunun temelidir, vazgeçilecek ve ertelenecek bir hak da değildir.
Temiz doğa-yeşil çevre dengesi korunan bir atmosfer, çağımızın ve modern insanın en temel idealidir. Böyle bir ortamda yaşamak ise bireylerin en temel hak ve özgürlüğüdür.
Akılcı, çağdaş ve modern yönetimler ve yöneticiler, büyüme hedef ve stratejilerinin belirlenmesinde doğal kaynakların sınırlılığını dikkate alır.
Akılcı yöneticiler, 21'inci yüzyılın küresel ve çevre sorunlarının başında gelen küresel ısınma ve iklim krizi, çölleşme, kuraklaşma, erozyon süreçlerinin yakın geleceğin evrensel tehdidi olduğu bilinciyle hareket eder.
Gelmiş geçmiş en sıcak yılları, en sıcak mevsimleri yaşadığımız, buzulların eridiği, havadaki karbondioksit yoğunluğunun zirveye ulaştığı, pandeminin tüm dünyayı sardığı, yaşamı tehdit ettiği, her gün yüzlerce canlının dünya yüzünden silindiği günümüzde sürdürülebilir yaşam elli veya yüz yıl sonrasının sorunu değil, tam olarak da bugünün sorundur.
İklim krizinin etkilerine maruz kalan en hassas bölgelerden birinde yer alan ülkemizde sera gazı emisyonu son on yılda 2 kat artış göstermektedir.
İklim krizi, tekil anlamda varlık gösteren bir kriz türü değildir.
Bugün yaşadığımız gıda krizi, ekonomik kriz, iklim krizinin de etkisiyle doğan krizlerdir.
Yaşadığımız çağ pek çok bilim insanı ve yaşam savunucusu tarafından "çoklu krizler çağı" olarak da tanımlanmaktadır.
Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan su, yerine başka bir madde ikame edilemeyen sınırlı bir doğal kaynaktır. Sağlıklı suya ulaşmak temel bir insanlık hakkıdır ve bu nedenle aynı zamanda toplumsal bir değer olarak da düşünülmektedir.
Su kıtlığı dünyanın en önde gelen sorunlarından biri olarak öne çıkan ülkemizde de durum farklı değildir. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmasıyla beraber, son derece zengin göl ve akarsu kaynakları olmasına rağmen su stresli ülkeler arasında maalesef yer almaktadır.
Türkiye'nin göllerinde yaşanan kuraklık bu tablonun en önemli de göstergesidir. Ülkemiz yıllar önce, 200'ü haritalarda görülebilen, Marmara Denizi büyüklüğünde 300'e yakın irili ufaklı göle sahipken bu göllerin yüzde 60'ı kurumuş, küçülmüş veya kirlilik nedeniyle neredeyse tümü göl olma özelliğini dahi kaybetmiştir.
Vahşi tarımsal sulama tekniği, dere ve çayların önüne plansız yapılan çok sayıdaki gölet, baraj, küresel ısınma tehdidi altındaki göllerimizin yok olmasını da hızlandırmıştır. İklim krizi ve rant odaklı projeler nedeniyle su kaynaklarımız her geçen gün azalırken aynı zamanda kirlilik tehdidi altındadır.
Nüfus arttıkça sorunun daha da derinleşeceği ortada. Bugün, su kaynaklarımız, yer altı sularımız, toprağımız, havamız da maalesef kirlenmiş durumdadır.
Yapılan bilimsel araştırmalarla ilgili kamu kuruluşlarının değerlendirmeleri ve TÜİK istatistikleri de bu gerçeği önümüze koymaktadır. Yüzey sularının yüzde 80'i, yer altı sularının da büyük kısmı kirlenmiş vaziyette.
Vatandaşlarımızın yüzde 50'si artık sağlıklı içme suyuna maalesef ulaşamıyor. Kentlerimizdeki hava kirliliğinin boyutları artıyor, yeşil alanlar yok denecek kadar azaldı, tarım alanlarımız, meralarımız, yapılaşma, sanayi, enerji ve benzeri yatırımlarla amaç dışı kullanılmaya başlandı.
Türkiye, Avrupa Birliği bölgesi, sayısı ve kapasitesi baz alındığında en fazla linyit ve taş kömürü yakıtlı termik santrallere sahip bir ülkedir.
Kömür kaynaklı elektrik üretimi, güneş enerjisinin yaklaşık 15 katı, rüzgâr enerjisinin de yaklaşık 6 katıdır.
Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından yapılan analizlerde 2017 yılında Türkiye'de hava kirliliği kaynaklı ölümlerin sayısı maalesef trafik kazası kaynaklı kayıpların tam 7 katı olmuştur.
Ülkemizde, en büyük çevresel yıkım ve talan, maden, madencilik faaliyetlerinde yaşanmaktadır.
Kaz Dağları'nda yürütülen altın arama faaliyetleri bölgeyi, ekolojik yıkıma sürüklemiş, TEMA Vakfı'nın raporuna göre, Kaz Dağları'nın yüzde 79'una maden ruhsatı verilmiş, Anadolu'nun akciğerleri olan Kaz Dağları âdeta bozkıra çevrilmiştir.
Kaz Dağları'nda bir gram altın için tam 4 tondan fazla su kullanılmaktadır.
Dünyanın doğa harikası Istranca Ormanları, Kırklareli'mizin en önemli coğrafi zenginliklerinden birisidir.
Kırklareli ili sınırları içerisinde faaliyet gösteren maden ocakları ve sanayi tesisleri Istranca Ormanları'mızı âdeta hançerlemektedir sayın milletvekilleri.
Kırklareli'mizin, Pınarhisar'ımızın bereketli toprakları, taş, kalker ocaklarıyla kuşatılmış ve son bir haftadan bu yana da rant uğruna talan ve yıkıma devam etmek için yandaş şirketlere Bakanlığın tahsisli arazileri bedelsiz verilerek cennet bölgemiz âdeta cehenneme çevrilmektedir.
Bir hançer de Saros'a saplanmaktadır.
Bilim insanlarının 90 ayrı bilim dışılık tespiti yaptığı proje her şeye rağmen zorla -bakın, üstüne basa basa söylüyorum, zorla- devam ettirilmektedir.
Saros Körfezi'nde fay hattına 7 kilometre uzaklıkta bulunan sit alanına doğal gaz limanı yapılacak olması ise tam bir cinayettir.
Katar sevdanız için Saros'u feda ediyorsunuz ve Saros'u satıyorsunuz; Saros'un çevresinde yatan binlerce şehitten de hiç ama hiç utanmıyorsunuz.
Bir başka ihanet de İstanbul'a.
Kanal İstanbul projesi yapılmak isteniyor. Kanal İstanbul bir ihanet projesi değil, bir cinayet projesidir sevgili milletvekilleri, bir cinayet projesidir.
16 milyonun varlığına, 82 milyonun güvenliğine yönelik bir felaket projesidir Kanal İstanbul; kimlere ne rant vadedilmiş olursa olsun derhâl de vazgeçilmelidir.
Hep söylüyorsunuz ya, "Bizi millet getirdi. Milletin kararı, milletin vermiş olduğu kadar başımızın üstünde." diyorsunuz ya, o zaman milletin önüne bir sandık koyalım.
Milletin iradesine saygı duyanlar, milleti önemseyenler millete sormaktan kaçmamalıdırlar. Ne zaman, nerede isterseniz koyun İstanbullunun önüne sandığı, alın boyunuzun ölçüsünü.
Bu eşsiz cennet vatanımızı âdeta cehenneme çevirdiniz. Ne doğayı sevebildiniz ne de doğal kalabildiniz.
Rantçıların, çok uluslu maden şirketlerinin ve mutlu azınlığın kısa vadeli çıkarları için kendi çocuklarınıza, torunlarınıza dahi ihanet ediyorsunuz. Rantını uluslararası şirketlere, dönüşü olmayan zararlarını ise ülkemizin bugününe ve yarınına yükleyen anlayışınıza da artık bir zahmet son verin.
Unutmayın, doğaya karşı işlenen bir suçun öcü insanın adaletinden daha zorlu olur.
Değerli arkadaşlar, biz "Çevreyi düşünün." diye haykırdıkça sizin aklınıza yakın çevreniz, eşiniz dostunuz geliyor. Biz doğanın yeşilinden bahsediyoruz, siz doların yeşili anlıyorsunuz.
Unutmayın, doğanın ekonomisinde birim para değildir, yaşamdır, yaşamdır, yaşamdır ve herkesin olduğu gibi siz de yaşama muhtaçsınız.” ifadelerini kullandı.
Buğra KAYA