Kıymetli okurlarım,
Uzun süredir üzerinde yoğun çalışmalar gerçekleştirdiğim akademik sınavlarım sebebiyle huzurlarınıza çıkamadım.
Bunun affını rica ederken aynı zamanda yaklaşık 2 haftalık bir süreden sonra Türkiye'de çözülemeyen ve çözülmesi zor görünen bir meselenin izahını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bugün gerek yaptığım okumalar gerek ise üzerinde akademik çalışmalarda bulunduğum meselelerinin tahlilini yaptığımda Türk milletini cihanşümul bir idealden mental olarak belli sınırlara iten görüş ve anlayışın 19 yüzyılda doruk noktasına ulaşan pozitivizm olduğunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim. Sadece akla dayanan ve beş duyu organından başka hiçbir otorite kabul etmeyen bu görüşün batı bir kenara milletimize ödettiği bedeli gün gün temaşa etmekteyim.
Açıkçası, Bir ormana ağaç kesmeye giderken baltanın ucunu örtüp yaş ağaçlar zikrediyor diye onları korkutmak istemeyen ve kuru ağaçları kesip tekraren üzerini örtüp ormandan çıkan yüce gönüllü şahsiyetler ile medeniyetini tüm dünyada gıpta edilen bir medeniyet olarak tescil ettiren bir milletin bugün samuray kılıcı ile gencecik bir kızı şehid eden şerefsizleri içinde görmesine dair de birkaç tezim var.
Özellikle koca koca okulları mezun olarak bitiren değişik makamlara gelebilen insanların karanlık aydınlık ayrımını yaparken 624 yıl boyunca en ince ayrıntısına kadar gönül fütühatında olan bir medeniyeti karanlığa sürüklenmesini de ibretle seyrediyorum. Bu jakobenler, bu yalıda yetişip boğazın bir kenarına düğümlenmiş, buzlu viskileri ile Anadolu evlatlarına istikamet çizmeye çalışan batıdan daha batıcılar bize bir söylesinler; nedir onların aydınlığı ve nedir onların karanlığı?
Onlara göre karanlık İslam'dır orta çağ Kur'an'ın hükümleridir, bilimsellik ve aydınlanma ise pozitivist bakış açısıdır. Medeniyetten anladıkları da gönül fethetmek değil maddeye yatırım yapmaktır.
Pozitivistler ruha önem vermezler, öyle ya ruh beş duyu organı ile açıklanabilecek bir şey değildir, Bu yüzden dolayı tezatlarla hayatlarını idame ettirirler. Mesela bir genç ruhunun sıkıldığını, moralinin bozuk olduğunu, mutsuz olduğunu belirtir de bunlar o gence anti-depresan ilacını tatbik ederler. Halbuki sıkılan ruhtur, ama onlar ruhu yok saydıkları için fiziki bir ilaç tatbik ederler. Bundan dolayıdır ki anti-depresan kullanan nice gencimiz hedeflediği mutluluğa ve arzuya ulaşamaz. Ulaşamadığı gibi de bu ilaçların tesiriyle bir bağımlılık meydana gelir.
Halbuki İSLAM ruhu esas alır. Ruhu ferahlatmanın çarelerini sıralar, medeniyetimiz ruh sağlığı üzerinde şu 5 esasa dayanır;
1. Er-rızku Al’Allah:
Rızkı veren Allah’tır. Başkasının önünde eğilme.
2. Tevekkeltü- Al’Allah:
Vazifeni yap sonra Allah’a tevekkül et ona dayan.
3. Ya Nasip:
Nasipte ne varsa zamanı gelince gelir seni bulur.
4. Ya Sabır:
Sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez.
5. Ya Hu:
Buda geçer, her şey gelip geçici. Az önce aldığın nefes bile geldi geçti. Sen baki olana razı ol.
Psikoloji ilmini reddetmiyorum pek tabii. Lakin bir gencin de ruhu rahatsız ise onun ruhuna hitap etmek, onu kaygılardan korumak, onu endişeden halas etmek Allah aşkına antidepresan ile mi olur? Ruh gönül ferahlığı ile huzur bulacak iken birkaç hap ile onun beyninde ki hücreleri üzerinde operasyon çekmenin ve geçici bir rahatlık sağlamanın ruh ile ne alakası var? Bu ilaç elbet bir yerde işe yarar bunu inkar etmiyorum, yahu fiziken beyne etki eden bir ilacın ruh ile ne alakası var. Bana diyecekler ki Doğukan cahil cahil konuşma bu ilaçlar serotonini arttırıp ruh halini dengeliyor.
Peki, 2021 yılında 60 milyon kutu antidepresan satılmış, yahu kaç kişiyi tam manada sağlığına kavuşturmuş? Serotonini arttırmanın en büyük kaynağı stressiz olmak, e İslam zaten bunu diyor yukarıda saydığım maddelerde ve bunun yanında da kalıcı çözüm sunuyor. Senin antidepresanın beyne müdahale edip etkisini kaybediyor, ama benim ruhu ön plana alan inancım buna kalıcı bir çözüm getiriyor.
İşte tezat bu raddede büyüktür kıymetli okurlarım, batıyı maddede değil manada ele almanın bedeli budur.624 yıllık Osmanlı’da boşanma sayısı kaçtır biliyor musunuz? 10. Peki sadece 2021 yılında Türkiye’de boşanan sayısı kaçtır? 184.000’e yakın. Nereden nereye? Annesiz, babasız büyüyen nice vatan evladını antidepresanlara mahkum eden mefhum varsın onların aydınlık dedikleri çağ olsun. Bize göre onların aydınlığı zifiri ve kör karanlığın dip noktasıdır.
Örneğin; bu aydınlıkçılar astronomiye çok önem verirler ve NASA profesörlerinden intihal yapa yapa gözümüze sokarlar. Onlara göre güneş bir doğru üzerinde hareket etmektedir ve devamlı soğumaktadır, solar apeks denilen bir noktaya ulaştığında parçalanacaktır. Evet bu görüş onlara göre bilimseldir, ama Kur’anı azimüşşsan ‘’İzeşemsü küvvirat’’ (Güneş dağılıp parçalandığında)’’ ilahi beyanını 1400 sene önceden söylemiştir de onlar bu aydınlığı görmezler, görseler de kabul etmezler.
Edwin Huble 20. Asırda teleskop marifeti ile yıldız kümelerinin birbirinden devamlı uzaklaştığını görmüştü de dinamik ve genişleyen bir dünya var demişti. Bizim aydınlıkçılar elleri patlayıncaya kadar alkışladılar. 1400 yıl önce Kur’an bu gerçeği ‘’ Ve evreni kuvvetimiz ile bina ettik ve onu genişletmekteyiz’’ buyurduda, onlar görmediler, görmek istemediler.
(Hâşa) Hani Kur’an bilimin gerisinde idi? Hani İslam gericilikti? Ah ah… 1400 sene önceden bu gerçekleri ilahi bir beyan ile ortaya koyan bu din size göre karanlık olacakta, sizin aydınlığınız ne olacak? Bize neyi anlatacaksınız? Sizin aydınlığınızın hangi yararını gösterebileceksiniz?
Bugün nice ana babanın feryatlar ile şikayet ettiği ruhsal bunalımlar, tatminsizlik, haz çağına yöneliş tamamen iman buhranı neticesinde gerçekleşen hadiselerdir. Ölüme ve ölümden sonraya inanan insanlar olarak bizler ‘’karanlık- aydınlık’’ derken geçmişi iyi analiz etmeli, geleceğe de buna göre yön vermeliyiz.
Kalın sağlıcakla efendim.