Frankfurt Okulu Grünberg döneminde Marx’ın kıraathanesi olarak konuşulmaya başladı. Grünberg’in yöneticiliği sırasında enstitünün Marxizmle organik bir bağını gösteren bir başka yön ise Grünberg ile birlikte Frankfurt okulu’na gelen çoğu araştırmacı politik ve Marxizm yönelimli insanlar olmasıdır. Frankfurt Okulunun eleştirisel teorilerini anlamak sadece Almanların değil Avrupalı insanların başarılarının ya da başarısızlıklarını anlamanın yollarından birisidir. Bu okulun ortaya koyduğu tartışma konuları günümüzden tarihe bakışa güçlü bir ışık tutmasıdır.
Sosyal Araştırmalar Enstitüsü olarak kurulan bu merkez Frankfurt Üniversitesine bağlı bir şekilde 1923 tarihinde kurulmuştur. Kurucuları böyle bir söylem içerisinde bulunmamışlardır. Bu okulda toplumsal felsefenin durumu ekonomi, siyaset gibi konular üzerinden “Eleştirisel Teori” düşüncesi geliştirilmiştir. Frankfurt okulunu iyi çözümlemek için temellerine göz attığımızda Jean-Jacques Rousseau, Immauel Kant, Hegel, Karl Marx, Karl Korsch ve George Lukasc gibi köklerle karşılaşmaktadır.
Tabii bu isimlere bakarak aldanmamak lazım! Asıl önemli olan bu düşünce insanları nerelere bakıyorlardı?
Günümüz okul düzeninin kilometre taşları Antik zamanlardan beri işte Pisagor’un Okulu, Tales’i temsilen Milet okulu, Platon’un Akademias, Aristo’nun Lychee’si gibi birçok ekol bulunmaktadır. Bahsinde bulunduğum bu kimseler ve eğitim/öğretim yöntemleri dünyada ki tüm üniversiteler eğitim sistemleri Aristo’nun mantığında hareket etmektedir.
Yine soruyorum; Aristo nereye bakıyordu?
Mesela Mustafa Kemal o zamanlar modern olarak bilinen Şemsi Efendi (Simon Zavi) Saferat göçmeni olarak Selanikte kendine özgü bir ekol oluşturarak okul kurmuştu. Bugünün okullarında ki sınıf, sıra düzenleri o zamanlarda uygulanan bir Sebataist Yahudisi olarak zor zamanlar geçirmekteydi. Aslında Mustafa Kemal’in Çağdaş eğitim anlayışının o zamanlar olgunlaştığını görüyoruz.
Peki, Mustafa Kemal nereye baktı?
Toplumların genelinde tarihi şekillendirmiş kimselere bakarak, “evet böyleydi.” Deme yanılgısına düşenler cemiyet oluşumu eğiliminde ve bu Marx’ın kıraathanesi gibi Mustafa Kemal’in Kıraathanesi de olabilirdi. Bizde ki durum felsefi bir bakış açısı oluşmak yerine “Kemalizim” adı altında birleşme olduğu görülmektedir. Kıraathane yerine siyasi grup öbeklenmesi yaşanmıştır. Temel sorun oluşturan ise bakarken körleşmeye başlamak ve kendimize “Nereye baktılar” sorusunu soramayışımızla ilgili felsefi deformasyonu yaşıyor olmamız fikri dünyamızı derinden etkilemektedir.
Bu durumu Avrupa’da yaşanmıştır. İlk ve devamı olan paylaşım savaşlarıyla birlikte insanlıktan uzak bencil, faşist yönetimlerle insanlık ayıplarını işlemişler ve sömürgeci bir anlayış üzerine kurdukları refah topluları aslında bir yere birisine bir söze bakarken nasıl yozlaşıldığını bizlere anlatmaktadır.
Bütün büyük düşünürler, fikir babaları yaşamın kendi diyalektiğine odaklanarak ekol oluşturmuşlardır. Değer verdiğimiz tüm o şahsiyetler birilerine bakmakla kalmadılar. Elbette ki birileri onlara ilham oldu, sağlam temelleri olan kültürlerde yetiştiler, fakat bu özgün tavrın sergilenmesi adına yeterli bir sebep değildir. Yaşam bizlere ne anlatıyordu? Sessizce ve dikkatlice dinlenmesi gereken değişmeyen nüanslar, insanın varoluş sebebi gibi evrenin çalışma disipliniyle değişmeyecek olan kural ve kaidelerdir anlamamız gerekenler… Diğer tüm anlatılanlar; zanlar ve yanılgılardan ibaret, bizleri kaosa sürükleyecek olan duygu durumlarını yaşatırken, lüzumsuz çatışma hallerinde kaybolmuş benlerin gürültüsünden yaşam bizlere ne anlatıyor? Duyamıyoruz. Bu sebeple o tarafa bakmıyoruz.