Seçim sürecinde yapılan hatalar kadar seçim sonucunu etkileyen bir durum varsa o da Millet İttifakı içinden yükselen Kılıçdaroğlu adaylığının ilanından önce, hakkındaki çekincelerin giderilememesi veya giderilmesinde geç kalınması olarak ifade edilebilir.
Bu durumu bu günlerde daha radikal bir şekilde ‘’dayattınız ve kaybettiniz’’ şeklinde dile getirenler bulunuyor. Ben seçim sürecindeki hatalara baktığımda ise Kılıçdaroğlu gibi yıpratılmış birinin dahi doğru hamlelerle kazanabileceğini görebiliyorum.
Bir önceki yazımda ‘’Seçimin’’ Saraçhane’de gelip gittiğini belirttim, bu yazımda da ‘’seçim sürecinin’’ Aralık 2022 – Ocak 2023 döneminde nasıl yön değiştirdiğine değineceğim.
Gözlemlerime dayanarak ilk olarak şunu söylemek isterim. O aylarda Kılıçdaroğlu adaylığına itiraz edenler genelde şu cümleleri sarf ediyordu; Kılıçdaroğlu çok seçim kaybetmiş ve yıpranmıştır, Cumhur İttifakı önünde inandırıcılığı yoğun bir propaganda ile yok edilmiştir, ülkenin sadece apolitik kesimi değil genç ve milliyetçi bir kesimi de ikna edilmeye müsaittir.
Buna karşılık bunu dile getirenler ‘’Alevi düşmanı’’ ve ‘’gizli AKP’li’’ olmakla suçlandı! Şimdi bu suçlamaları medya önünde yapanlar, özür dileriz yanılmışız çekincelerinizde haklıymışsınız diyorlar!
Ben ve benim dâhil olduğum kesim Kılıçdaroğlu’nun aday olmasının dahi Cumhur İttifakı oylarının konsolidasyonu için yeterli olduğunu görüyordu. Bana göre İmamoğlu veya Yavaş gibi isimler milliyetçi – muhafazakâr insanların desteğini alabilirdi.
İtiraz eden başta CHP’liler ise muhafazakâr ve milliyetçi görünen kesimi temel alarak buna inanmıyordu. Milliyetçi – Muhafazakâr kesim ile Muhafazakâr olup milliyetçi görünen kesim arasındaki farkı anlayamıyorlardı. Çünkü toplumun kesimleri arasındaki ayrımı anlayabilecek kadar o kesimlerle içli dışlı yaşamış değillerdi.
Oysa Cumhur İttifakı tarafında İmamoğlu ve Yavaş adaylığı zikredildikçe bir panik baş gösteriyordu. Çünkü 2019 yerel seçimlerinde yaşanan hayal kırıklığı bu iki isim ile özdeşleşmişti. Haliyle psikolojik olarak Cumhur İttifakı’nın yöneticilerini de sahada zor durumda bırakıyordu. Bunu aklı başında hiçbir Cumhur İttifakı yöneticisi inkâr edemez. Ayrıca bizler de Cumhur İttifakı karar vericilerinin kendi seçmenlerine yönelik en yoğun propaganda sürecini yönettiklerini de görmezden gelemeyiz.
Türkiye’de vatandaşların çoğunluğu siyasi tercihlerini belirlerken, siyasi parti temsilcileriyle kendini özdeşleştirmeyi de tercih eder. Haliyle Avrupa demokrasilerindeki gibi sisteme değil, öncelikle lidere oy verirler. Liderin karizmatik olması tercih edilmenin birinci koşuludur. Hangi partiden ve neye aday olursa olsun girdiği seçimi alan kişi bu karizmaya sahip olmalıdır. Tahsili ve yeteneği ikinci plandadır.
Bu yüzden ben ve benim gibiler İmamoğlu veya Yavaş’ın milliyetçi-muhafazakâr insanların desteğini kazanabileceğini ve belirli oranda muhafazakâr olup milliyetçi görünen kesimi Erdoğan’ı desteklemekten alıkoyabileceğini anlatmaya giriştiler.
Seçime dair bu etkeni sadece Meral Akşener gördü diyebilirim. Mart ayındaki masadan kalkmaya varana kadar ısrarı boşuna değildi. Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş’ın adaylığının ön plana çıkmasının milliyetçi kesimin yeni adreslerinden olan Zafer Partisi’nin söylemlerinin de etkisi vardır.
(devam edecek)