İnsanoğlunun sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürebilmesi Allah’ın yaratmış olduğu düzene ve fıtrat(yaratılış) kanunlarına uymasına, dünyanın kendi içindeki işleyişiyle ahenkli ve dengeli bir biçimde hareket etmesine bağlıdır. İnsanoğlunun yaradılışından gelen kendi cinsiyet özelliklerine aykırı her hareketi, cinsiyet sınırlarını aşındıran her hareketi her yönüyle kendi fıtratına, tabiatına, yaratılışına savaş açması gibidir. Şunu unutmamak gerekir ki Allah’ın yarattığı fıtratla zıtlaşan, ters düşen, fıtratla savaşan bir insanın galibiyet kazanması kesinlikle mümkün değildir. Kısa vadede bunun insana kazandıracağı geçici hazlar, zevkler olsa bile, uzun vadede Allah yarattığı bu mükemmel düzende ki fıtrat kanunları isyan eden ve fıtrata ters bir hayat tercih eden insanoğlundan mutlaka intikamını alacak ve ahiret hayatında cezasını verecektir.
İşte bu sebepledir ki Kur’an-ı Kerim fıtrat kanunlarına dikkat çekerek, mutlak surette bunlara uygun hareket edilmesini emreder. (Rûm sûresi 30) Şeytanın en büyük oyunlarından birinin insanoğluna yaratılışı (fıtrat ve tabiatı) değiştirtmek olduğunu haber verir. (Nisa suresi 119) Allah, kadın ve erkeği kendilerine has bir mahiyet ve tabiatta yarattığı için Efendimiz (Aleyhisselam) bu tabiatın dışına çıkılmasını yasaklar. Kadınlara benzeyen erkeklerle, erkeklere benzeyen kadınlara Allah’ın lanet ettiğini haber verir. (Buhârî) Hatta bu lânetin kadın elbisesi giyen erkeklerle, erkek elbisesi giyen kadınları da kapsayacağı ikazını yapar. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)
İnsan, doğası yaratılışı gereği heteroseksüel(Heteroseksüellik veya karşıcinsellik, cinsel ve duygusal açıdan karşı cinse ilgi duymaya yönelik olan cinsel yönelime verilen isimdir.) olarak yaratılmıştır. Kadın ve erkek anatomileri de açıkça bunu gösterir. Kadın ve erkek vücutlarının yaratılış biçimi ve özellikleri, onların cinsellikleri hakkında çok şey söyler. Allah kadın ve erkeği birbiri için; bir araya gelerek bir bütün oluşturmaları için yaratmıştır. İnsan neslinin devamını da bu bir araya gelişe bağlamıştır. Allah sadece biyolojik yapıları itibariyle değil, psikolojik ve duygusal olarak da bu iki cins arasında güçlü bir ilgi, sevgi ve meyil yaratmıştır. Kadın ve erkek artı ve eksi kutuplar gibi birbirini çeker. Onlar ne kadar erkeksi ve kadınsı özelliklerini korur, kendi fıtratlarına bağlı kalırlarsa bu çekim gücü de o kadar güçlü olur.
Homoseksüeller nasıl bir söylemle kamusal alana çıkarlarsa çıksınlar, günümüzde hâlâ insanlığın büyük bir kesiminin sezgi ve içgüdüleriyle birbiriyle evlenen iki kadın veya iki erkeğin yaptıkları işte ters ve tuhaf bir şeylerin olduğunu düşünmesi, aslında onların fıtratlarının bir sesi soluğudur. İşin doğrusu, yetim kalan çocuklarını evli olan iki geye teslim etmek isteyen kaç aile çıkar? Çocuklarının gey veya lezbiyen olma isteklerini içi burkulmadan, yüreği sızlamadan kabul edebilecek kaç anne baba gösterilebilir? Kadın elbiseleri içinde makyaj yapan ve topuklu ayakkabılarıyla sokakta yürüyen bir erkek gördüğümüzde yanlış bir şeylerin olduğunu düşünmez miyiz? Demek ki modern zamanlardaki(!) dünya haram kılınan bu fiile karşı bazılarının bakışını değiştirse dahi inançlarımız, vicdanımız ve duygularımız bize mutlak gerçekleri söyler.
Şunu da ifade etmek gerekir ki homoseksüeller hakkında yapılan araştırmalarda, onların psikolojik ve sağlık açısından pek çok problemle baş etmek zorunda kalmalarının ana sebebi de insan doğasının sınırlarına başkaldırmaları ve kendi doğalarına aykırı hareket etmeleridir. Allah insanı bütün fiillerinde özgür bırakmıştır. Ama o, bu özgürlüğünü kendi doğasıyla, yaratılış özellikleriyle çelişecek şekilde kullandığında faydadan çok zarar görür. Allah’ın yaratmış olduğu organları yaratılış gayeleri istikametinde kullanmadığında, onlara tasarımlarına uygun fonksiyonlar yüklemediğinde bunun faturası ağır olur.
Eşcinselliğin aileye etkisine de temas etmek istiyoruz: Getirdiği bütün hükümleriyle İslâm’ın korunmasını hedeflediği beş temel ilkeden biri, neslin korunmasıdır. Neslin korunması ise en başta gayrimeşru ilişkilerin yasaklanmasına, evlilik ve aile müessesesinin sağlam temellere oturmasına bağlıdır. Oysaki eşcinselliğin yayılması aileyi ciddi anlamda tehdit etmektedir. Eşcinsellerin birçoğu bekar hayatını tercih ettiği gibi, önemli bir kısmı aile hayatına da karşı çıkmaktadır. Mesela bir grup eşcinsel ve travestiyle yapılan mülakatta, mülakata katılanların %71,43’ü ailenin gereksiz olduğunu, onun ortadan kalkması gerektiğini söylemiştir. Bu araştırmada eşcinsellerin aileyle ilgili dile getirdikleri görüşler gerçekten ailenin bekası açısından endişe vericidir.
Hem kadın-erkek arasındaki gayrimeşru ilişkilerin hem de eşcinsel ilişkilerin yaygınlaşmasının yuvayı sarsıntıya uğratacağı açıktır. Eşcinseller kendi aralarında evlenseler bile onların kuracakları ailenin nüfusu yenileme ve çoğaltma fonksiyonu olmayacaktır. Modern dönemde aşırı bireysellik ve sınırsız özgürlük talepleri ailenin ciddi kan kaybetmesine yol açtı. Ne var ki aile müessesesinin çözülmesinin, yeni nesiller üzerinde ve toplumsal hayatta ne tür sorunlara yol açacağı henüz yeterince anlaşılabilmiş değil. Şurası bir gerçek ki sağlıklı, huzurlu, istikrarlı, sıcak bir aile atmosferinde yetişmeyen fertlerin ruh ve beden sağlıklarını korumaları çok zor olduğu gibi, bu tür yuvalardan mahrum toplumların da uzun süre ayakta kalabilmeleri mümkün değildir.
DÜNYADA EŞCİNSELLİK ve LGBTQ-İ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel, QueerIntersex)
İnsanlık tarihi boyunca günah, ayıp ve suç kabul edilen cinsel eğilimler,yönelimler ve davranışlar günümüzde en temel insan haklarından biri olarak görülmekte ve dolayısıyla da dokunulmaz kabul edilmektedir. Dünya üzerinde eşcinsellerin hakları yaşadıkları ülkelerin yasalarıylala, uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınmaktadır. Maalesef eşcinselliğin meşru kabul edilmesi ve yasal bir zemine oturması için devletlere baskı yapılmaktadır. Eşcinsel evlilikler ilk defa 2001 yılında Hollanda tarafından yasal kabul edilse de günümüzde bu tür evlilikleri onaylayan ülke sayısı otuzu geçmiştir. Hatta ve hatta birçok ülkede eşcinsellere çocuk edinme hakkı tanınmıştır. Oysaki çok değil daha yarım asır öncesine kadar birçok Batılı ülkede eşcinsellik suç olarak kabul edilmekte ve farklı şekillerde cezalandırılmaktaydı. Buna en güzel örneklerden biri de İngiliz yazar Oscar Wilde’ın eşcinsel olduğu için 19. asrın sonlarında hapse mahkûm edilmesidir.
Günümüzde eşcinselliğin normal ve meşru görülmesi adına olağanüstü bir çalışma sarf ediliyor. Devletler bir taraftan eşcinsellere her tür hakkı tanıma, diğer yandan da onlar aleyhine yöneltilen söylem ve eylemleri engelleme adına yasalar çıkartarak iki yüzlülük sergilemektedir. Bu işi savunan STK’lar ve aktivistler, eşcinsellerin kamusal alanda kendi kimlikleriyle var olabilme ve yer edinmesi, tercih ettikleri cinsel yönelimle tanımlanmaları ve hiçbir baskıyla karşılaşmadan özgürce kendi tercihlerine göre yaşayabilmeleri için olağanüstü ve hararetli bir mücadele veriyor, propaganda yapıyor, kampanyalar düzenliyor, lobi faaliyetleri yürütüyor.
Eşcinselliğin toplum nezdinde normal ve meşru bir yere oturtulmasında medyanın rolünün büyüklüğünü unutmamak gerekir. Eşcinsellik yoğun bir şekilde,İnternet ortamında,sosyal medya hesaplarında dizilerde, filmlerde,her türlü basın yayın organlarında gündeme getiriliyor. Eşcinselliği insanın biyolojik özelliklerine bağlayan veya eşcinsel yaşama arka çıkan akademik çalışmalar gazete manşetlerine,internet ortamında sosyal medya hesaplarına taşınmakta ve bunların reklamı yapılmaktadır. Bunun yanında eşcinsellik denilen insan fıtratına aykırı olan hastalığı çevresel faktörlerle açıklayan, onun değişebileceğini savunan veya eşcinsel davranışların sebep olduğu bedensel ve psikolojik rahatsızlıkları ele alan araştırmalar görmezden geliniyor ve eleştiriyle karşılanıyor. İnternet siteleri, gazete sayfaları, televizyon kanalları, sosyal medya grupları, gençlik dergileri eşcinselliği ön plana çıkaran,savunan,destekleyen ve insanın doğasının gereği olduğunu mesajlar veriyor.
LGBTQ-İ olan bireyler, kendilerine sosyal hayatta meşru(!) bir zemin bulabilme, kamusal alanda kendi sapkın cinsel kimlikleriyle var olabilme ve homoseksüellik hakkındaki algı ve kanaatleri değiştirebilme adına çok farklı kanalları kullanıyorlar. Bunlar kendi aralarında çok iyi organize oluyor, farklı faaliyet alanları ve farklı isimler ile dernek, kulüp ve gruplar kuruyor, biraraya gelerek toplantılar yapıyor, haklarını(!) savunmak için değişik aktiviteler düzenliyorlar. Kendilerine göre oluşturdukları ve geliştirdikleri edebiyatla, kendilerine has söylemler ile, sloganlarla, sembollerle eşcinsel yaşamı, normal ve olmanın da ötesinde cazip ve arzu edilebilir hâle getirmeye çalışıyorlar.
Çocuklar daha okul döneminden itibaren homoseksüel düşüncelerle karşı karşıya getiriliyor. Bazı okullarda bazı öğretmenler tarafından çocuklara homofobi haftasında sosyal aktivite adı altında LGBT hareketine destek vermek amacıyla pembe bilezikler taktırılıyor, çocuklardan homoseksüel bireylermiş gibi rol yapmaları isteniyor, daha farklı aktiviteler yaptırılıyor. Bazı öğretmenler cinsel çeşitliliğin nasıl güzel bir şey olduğunu anlatıyor. Hatta çocukları farklı cinsel tecrübeleri denemeleri noktasında cesaretlendirenler oluyor. Homoseksüellik ders kitaplarında işleniyor. Okulların rehberlik birimleri, buralarda görev yapan psikologlar, karşı cinse dair bazı davranışlar gösteren çocukları hemen “gey” veya “lezbiyen” olarak etiketliyor ve çocuklara kim olduklarını kabul etmelerini telkin ediyor. Birçok okulda gey ve lezbiyenlere dair kulüpler, dernekler açılıyor, homoseksüellerle dayanışma programları yapılıyor.
Kısacası modern dünya(!) siyasetçisiyle, medyasıyla, STK’larıyla,aktivistleriyle, bilim adamlarıyla, homoseksüellik hakkında eskiden beri bu yana var olan düşünce ve kanaatleri, özellikle İslam dini olmak üzere,semavî dinler tarafından ortaya konulan hükümleri değiştirmek,ortadan kaldırmak adına her yönden ve bütün faaliyet alanlarıyla harekete geçmiş durumda. Bu konuda epey bir mesafe alındığını da göz ardı etmemek lazım. Zira dünyadaki bütün devletlerde hem eşcinsellerin sayısında müthiş bir artış var, hem de eşcinselliğe yönelik algı ve kanaatler önemli oranda değişmiş durumda. Üzülerek belirtmek gerekir ki; insanlık tarihinin başladığı zamandan bu yana var ola gelen biyolojik ve toplumsal cinsiyete yönelik algılarda, sınırlarda, tanımlarda çok önemli değişiklikler oldu.
Yazımıza önümüzdeki hafta devam edeceğiz inşaAllah.
Selam ve Dua İle