İlimiz Kırklareli, Bulgaristan’a sınır olması sebebiyle yıllardır yasadışı göçün önemli uğrak yerlerinden biri haline gelmiş durumda. Öyle ki her ay onlarca kaçak göçmen İl sınırları içinde yakalanıyor ve yasal işlem yapılıyor. Yaşanan bu durumun insanlık dramı mı, yoksa ensar – muhacir ilişkisi mi olup olmadığını bir kenara bırakalım ve bir başka boyutuna bakalım.
Ülkemizin yaşadığı kaçak göçmen ve sığınmacı meselesi, sadece demografik değil ciddi bir ekonomi enstrümanı haline gelmiş durumdadır. Bu yaklaşım yüzünden ülkemize gelen kaçaklar, yurtdışına yerleşene kadar akın akın şehirlere nüfuz ederek kendi ekonomik yapılarını inşa ediyorlar. Çünkü her biri Türkiye’yi kontrol eden en önemli gücün ekonomik güç olduğunun farkındalar.
Onların geldiği yerde dine veya kültüre dayalı oluşturulmuş kast sistemine benzer yapıda böyle bir sıçrama yapma imkânları yok. Türkiye’yi bu yüzden kendi cennetleri olarak görürken, her şeyi yapmayı kendilerine hak görüyorlar ve bu ülkenin halkına ülkeyi cehenneme çevirmekten bile çekinmiyorlar.
Üstelik sadece Suriyeliler değil; savaş kaçkını Ukraynalı ve Ruslar, ülkelerindeki düşük ücretlerden dolayı bu ülkede kaçak işçi olmaya razı gelen Asyalılar, din ve kabile savaşından ailesini kaçıran Afrikalılar için de aynı şey geçerli artık. Türkiye sınırlarına geldiğinde bir şekilde vize kolaylığından faydalanabilen hele bir de konut alabilen herkes, Türkiye’de ekonomik gücü elde edenin her şeyi yapma hakkına sahip olduğunu biliyor.
Bu yüzden yıllardır nüfusları artmasına rağmen ne Suriyeliler ne de diğer millet fertleri bu ülkenin milletini değil, salt hükumeti hedef alıyor ve politikalarına yön veriyor. Haliyle Türkler tepki göstermeye çalıştıkça karşılarında cevap veren olmuyor. Çünkü Türk’ten başka herkes bu ülkede çok meşgul durumda ve Türk’ten başka herkes sadece kendisini düşünüyor.
Peki, bu durum hangi politikayı doğuruyor?
Şu an pek çok STK’nın dikkat çektiği gibi ülkede nüfus hareketlerinden güç alan ciddi bir ekonomi politikası var. Bu politika, ucuz iş gücünü sağladığı için iş sahibi olanların işini daha iyiye taşıması ve gelişmesi için bir fırsat olarak değerlendiriliyor ama bu fırsat beraberinde ciddi sorunları beraberinde getiriyor.
Öncelikle ülkede ‘’asıl’’ olması gereken nitelikli iş gücünü bu ucuz iş gücü dışarıya itiyor. Dışarı itilenlerin yerine de bu ülkede sadece cebini doldurmaya bakan, Türkiye Cumhuriyeti’ne herhangi bir muhabbet beslemeyen insanlar doluşuyor. Bu doluşanlar yüzünden bazı sektörler artık eleman bulamadığı için çökme noktasına gelmiş durumda, bazıları da göçmenlerin tekeline geçmek üzere...
İş gücü piyasasında böyle bir haksız rekabet yaşanırken, bu rekabet en çok çalışan kesime zarar veriyor ve o kesimin bir ev sahibi olması bile hayal haline dönüşüyor. Çünkü bu göçe dayalı ‘’eko-terörizm’’ yüzünden emlak fiyatları korkunç bir düzeye gelmiş durumda olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’nin öz vatandaşlarının konutlara erişimini artık imkânsız kılıyor.
Ne için? Göçmen yasası karşılığında kasaya giren milyarlarca avro ve ucuz iş gücü sayesinde daha çok para kazanan küçük bir azınlık için mi?
Bu meselenin bu kadar büyümesinin yanı sıra günlük politik ortamda ciddiyetini kaybetmesi gibi de bir sorun vardır. Öncelikle muhalefetin bu konuyu bir sonraki seçim için sıçrama tahtası olarak görmemesi, onun yerine teknik önerilerle dolu bir çözüm süreci olarak kabullenmesi gerekiyor.
Ayrıca ülkemizde yaşanan yasadışı göç meselesi öfke ve vicdan ikileminden çıkarılmalı, bu meseleyi bu boyutta tutanlar ciddiye alınmamalıdır. Çünkü bu konu üzerine ortaya dökülen her popülist söylem, göç ekonomisini savunanların hileli yönlendirme (manipülasyon) şansını arttıracaktır.
Piyasadaki iş gücü piyasasının sıkı denetimi, vize uygulamalarının yeniden düzenlenmesi gibi konularda çözüm önerilerinin artık ön plana çıkması gerektiği günleri yaşıyoruz. Özellikle yerel seçim sürecinde yabancılara konut satışı sonra iş sahalarının denetlenmesi hususunda karar alacak aday kadroların tavrı ve duruşu seçime etki edecektir.
Bir ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları kadar nitelikli iş gücü ve insan kaynağı da çok önemlidir. Çalışan iş gücünden yoksun bir ülkenin yavaş yavaş iç huzuru ve iç güvenliği de tehlikeye düşecektir. Bu konuda yapılan eleştirilere kulak tıkamak, eleştirenlere hain gözüyle bakmak hatta hainlikle yaftalamak bu güne kadar problemi çözmedi. Bu kafayı değiştirmezsek bundan sonra da ülkenin gidişatı değişmeyecektir.