"Dijital çağda, etrafımızda sürekli yankılanan sesler, çağrılar ve beklentiler arasında kaybolmuş hissediyoruz. Her an bir şeylere odaklanmamız isteniyor, ama bu sürekli dikkat dağılmasına nasıl direnç gösterebiliriz?"
Çok ses var.
Çok fazla “bana bak” diyen var.
Fazlaca “duy beni, beni dinle” diyen var.
“Bana dikkatini ver” diyerek en değerli şeylerimizden birini bizden isteyen çok fazlaca mesaj var etrafımızda.
Çok yorulduk.
Çözüm “duralım, hepsini susturalım” değil tabii ki. Yapabilen detoks yapsın, araya mesafe koysun. Ama benim gibi işi gereği çeşitli mecralarda ne olup bittiğini takip etmesi gerekenler için bu “detoks” da mümkün değil. Zaten detoks dediğimiz şey de akut bir çözüm, sürdürülebilir değil.
Peki ne yapacağız?
Dikkatimize nasıl sahip çıkacağız?
Psikolog William James şöyle açıklar: “Milyonlarca öğe (…) duyularımın önünde, ancak deneyimime hiçbir zaman girmiyorlar. Çünkü benimle ilgileri yok… Herkes dikkatin ne olduğunu bilir. Zihnin, açık ve canlı biçimde, aynı anda olası birden çok nesne ya da düşünce zinciri arasından birisine sahip olmasıdır… Bazı şeylerle uğraşmak için diğerlerinden çekilme söz konusudur.”
Şimdi soruyu değiştiriyorum: Sen nelerle uğraşıyorsun?
Bir sorum daha var: Neden bunlarla uğraşıyorsun? Var mı adını koyduğun bir amacın?
Ne çok konuşuyoruz değil mi, “amaç” diye… Peki, hakkını verip üstüne düşündün mü hiç, senin bu hayattaki amacın ne? Mesela, amaç ile hedef karıştırılır çoğu zaman. Hedef belli bir sürede yapılması istenen şey, ulaşılmak istenen yerdir. Amaç bundan daha büyüktür, zaman ve mekândan bağımsızdır.
Amaç, insanı odak sahibi yapar. İşte yukarda bahsi geçen, “benimle ilgileri yok” grubuna bir şeyleri atıp dikkatimizi boşa harcamamızı engellemesi için “benimle ilgililer” grubunu bilmemiz şarttır. Dikkatimizin kolayca dağıldığı hatta çalındığı bir çağda, odaklanma becerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Neye, neden odaklanacağımızı da doğru tespit etmek için amacımızı bilmeye ihtiyacımız var.
Amaç, öyle bir anda yolda yürürken bulunan bir şey değil pek tabii. Kişinin kendini iyi tanımasından geçen bir tasarım süreci söz konusu. Zaman zaman değişebilir de bu amaç, dolayısıyla canlı da bir şey; evrilebilen, gelişebilen, değişebilen. Ama hep büyük bir şey. Yani amaç, kişinin kendisinden daha büyük bir şey olmalı esasen.
Amacımızı bulduktan sonra da artık ona doğru ve onunla birlikte yürürken, bu yolda artık bizimle ve değerlerimizle “ilgili olanlar”a zamanımızı ve enerjimizi harcamamız mümkün oluyor. Bu da otomatikman bizi odak sahibi yapıyor. Dağılmadığımızda, önceliklerimizi doğru hizaladığımızda, gerçekten nelerle uğraşıp, nelerden çekilmemiz gerektiğini de doğru tespit edebiliyoruz.
Evet, bizlerden eş zamanlı olarak birçok şeyi yapmamız bekleniyor, böyle bir çağda yetiştik, çalıştık ve çalışmaya da devam ediyoruz. Ancak bugün geldiğimiz noktada, insan olmanın doğası gereği bu kadar bölünmüş dikkat ile büyük işleri yürütemeyeceğimiz gerçeği de daha çok fark edilir oldu. Bölünmüş dikkat sayesinde araba kullanırken müzik dinleyebiliyoruz evet, ama aynı anda bütün “bana bak” diyenlere bakıp kendi yolumuzda kalamıyoruz maalesef. Farklı kimliklerimizin getirdiği bir sürü sorumluluğumuz var, hepsini de yönetmek durumundayız ancak bunu yaparken de ayıklama işini, sadeleşmeyi ve odaklanmayı becerebilmemiz gerekiyor. Ancak bu sayede, hayatı anlamlı kılıp, kendi yolumuzda yürüyebiliyoruz.
Sevgiyle kalın..