Merhaba sevgili okurlar. Bugün Küheylan Amca’yla sohbetimize 1 hafta aradan sonra devam ediyoruz.
- Küheylan Amca, nasılsın?
- İyiyim evlat, iyiyim diyelim iyi olsun. Ufak bir rahatsızlık geçirdim, şimdi iyiyim. Hasta yatarken de daha net gördüm; şu dünyaya baktıkça içim burkuluyor, insanlar koşuyor ama nereye?
- Geçmiş olsun Küheylan Amca. Ne demek istiyorsun?
- Evlat, herkes hayatın peşinde ama hayatın kendisini kaçırıyor! Kaliteli yaşam denen bir şey var, ama kimse bunun ne olduğunu tam bilmiyor. Kimileri için kaliteli yaşam bol para, kimileri için şöhret, kimileri için de hep yeni hedeflere koşmak. Oysa hayat denen şey yalnızca hız değil, bazen durup nefes almak da gerek.
- Bir şeyler mi eksik yani?
- Eksik olan farkındalık, evlat. Bir çiçek sulanıyorsa açar, su verilmezse solar. İnsan da öyle. Kaliteli yaşam yalnızca maddi kazanımlarla olmaz, ruha iyi gelen şeylerle olur. Bir dostla edilen sohbet, güzel bir kitap, bir bardak çay eşliğinde uzun uzun düşünmek… İşte hayatın tadı bunlarda gizli. Ama görüyorum ki herkes ekranlara gömülmüş, gözleri sürekli yeni haber, yeni olay peşinde. Oysa bazı güzellikler, ancak gözlerini ekrandan ayırıp bakınca fark edilir.
- Peki, nasıl daha kaliteli bir hayat yaşayabiliriz?
- Evlat, önce değer vermek gerek! Başkalarına, zamana, doğaya…en önemlisi kendine. Şimdi bakıyorum, insanlar bir kahve içip kalkıyorlar ama kahvenin tadını bile almıyorlar. Sohbet ediyorlar ama gerçekten dinlemiyorlar. Her şey hızlı, ama anlamı kaybolmuş. Kaliteli yaşam, farkındalıkla yaşanan yaşamdır.
O yüzden her gün kendine bir soru sor: Bugün gerçekten yaşadım mı? Yoksa sadece koştum mu?
- Bunu uygulamak zor değil mi?
- Zor olan, alışkanlığı değiştirmek, evlat. Alışkanlıklarını gözden geçir. Bir sabah kuş seslerini dinleyerek uyanmayı dene. Bir gün telefonu değil, bir kitabı eline al. Bir akşam güneşi batarken sadece izle. Küçük ama anlamlı anlar, insanın hayatına değer katar.
- O zaman bir soru daha: Hayata gerçekten değer katmanın yolu nedir?
- İnsanın hayata kattığı en büyük değer, önce kendisine sonra çevresine dokunmasıdır. Birine yardım etmek, bir çocuğun gözlerinde umut olmak, bir yaşlıya kulak vermek… Bunlar, parayla alınamaz. İnsan yalnızca kendisi için değil, çevresi için de yaşamalı. Hayatın anlamı, yalnızca tüketmek değil, paylaşmaktır.
Küheylan Amca gözlerini ufka dikti ve çayından son yudumu aldı.
"Evlat, Marcus Aurelius’un çok güzel bir sözü vardır: ‘Bana verdiğin şeyin değil, nasıl verdiğinin değeri vardır.’ İnsan bazen zanneder ki değer katmak büyük işler yapmak demektir. Oysa bazen bir gülümseme, içten bir selam, samimi bir yardım eli; bunlar hayatın gerçek değerleridir.
Geçliğimde mahallede bir hikâye duymuştum. Bir genç, dükkân dükkân dolaşıp iş arıyordu. Üzerinde eski bir ceket, gözlerinde yorgunluk vardı. Kimse fazla ilgilenmedi, çoğu işyerinde ‘deneyimin var mı?’ diye soruldu ve eli boş döndü. Ama köşedeki terzi Hakkı, gencin haline baktı ve bir şey fark etti. ‘Evlat, önce şu ceketi bir düzeltelim,’ dedi. Eski ceketi düzeltti, ütüledi, bir iki dikiş attı ve genç artık kendini daha derli toplu hissetti. O günkü cesaretiyle bir kahvehaneye girdi ve iş buldu. Küçük bir iyilik, bir hayatı değiştirdi.
İşte evlat, hayata değer katmak yalnızca ne verdiğin değil, nasıl verdiğinle ilgilidir. Büyük yardımlar değil, büyük içtenlikler anlam yaratır. Kaliteli yaşam; sadece iyi yaşamak değil, iyi yaşatmaya çaba göstermektir."
- Teşekkürler Küheylan Amca, haftaya görüşmek dileğiyle…
Ölmezsek görüşürüz, evlat!