Son yıllarda Türkiye'de yapılan her sosyal araştırma, artan bir sessizliği, bir yönsüzleşmeyi, bir arayışı gözler önüne seriyor: Gençler bu ülkede kendilerini artık ait hissetmiyor. Sorunun kaynağı yalnızca ekonomik veriler ya da bireysel tercihlerle açıklanamaz. Bu, çok katmanlı, sosyo-politik boyutları olan ve toplumsal yapıya dair derin bir krizi işaret ediyor.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun 2022 verilerine göre, 18-30 yaş arasındaki Türk gençlerin %73'ü yurt dışında yaşamak istiyor. Bu oran, yalnızca bireysel bir tercih olarak okunamaz; toplumsal bağların zedelendiği, yurttaşlık bilincinin ve gelecek umudunun zayıfladığı bir duruma işaret eder. Üniversite eğitimi almış, çok dilli, yaratıcı potansiyele sahip gençlerin bile bu ülkeden umudunu kesiyor olması, devletin bireyle kurduğu ilişkideki yapısal bozulmayı gösterir.
Gençler bu ülkeden neden gitmek istiyor? Bu sorunun yanıtı tek bir sözcükte gizli olabilir: özgürlük. Sosyolog Zygmunt Bauman'a göre bireyin toplumla kurduğu bağ, güvenlik, özgürlük ve gelecek vizyonu üzerine kurulur. Bugün Türkiye'de bu üç ışığın da sönmekte olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Gençler ifade özgürlüğünü kaybetti, sosyal medyada yaptığı yorumdan dolayı cezalandırılmak, üniversite kampüslerinde düşüncelerinden dolayı fişlenmek, sanatsal ve entelektüel üretim alanlarından dışlanmak onlar için artık olağanlaştı.
Bu durum yalnızca bireysel travmalar yaratmıyor; toplumsal dokuyu da boşaltıyor. Aidiyetin yitimi, toplumsal sözleşmenin sessizce feshedilmesi demektir. Oysa bir ülke, vatandaşıyla kurduğu karşlılıklı saygı ve adalet üzerine inşa edilir. Bugün gelinen noktada devlet, genç vatandaşının hayatını kolaylaştıran bir kurum değil; onu engelleyen, baskılayan, denetleyen bir mekanizma gibi algılanıyor.
Kadınlar için bu durum daha da katmanlı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, artan kamusal tehditle birlikte, kadınların sadece ekonomik değil, varoluşsal anlamda da bir çıkma yolunu göçte bulmasına neden oluyor. STEM alanlarından sanat dünyasına kadar pek çok kadın, kendini ifade edebileceği, üretimine alan tanıyacak ülkeler arıyor.
Bunun karşısında, "kalmak" da salt bir direniş ya da bir aidiyet ifadesi değil. Kalmak, çoğu zaman maddi zorunluluğun, ailevi bağların ya da pasif kabullenmenin bir sonucu. Ne gitmek tam anlamıyla bir çözümdür ne de kalmak bir erdemdir. Aslolan, bireyin nerede yaşarsa yaşasın, kendini ifade edebildiği, üretimle değerli hissettiği, adaletin ve özgürlüğün korunduğu bir toplumsal yapının kurulmasıdır.
Bu nedenle, mesele sadece "gitmek isteyenleri ikna etmek" ya da "kalanlara umut aşılamak" değil; mesele öncelikle bu ülkede yaşamanın anlamlı, değerli ve adil bir deneyim haline gelmesini sağlamaktır. Bu da yalnızca bireysel değişimlerle değil; yapısal, siyasal ve kültürel bir yeniden inşayla mümkün olabilir.
Ben bir sosyolog olarak biliyorum ki, toplumsal değişim her zaman çatlaklardan filizlenir. Gençlerin gitmeyi konuştuğu bu dönem, aynı zamanda kalıp dönüşmeyi isteyenlerin de sesi olabilir. Gitmek bir haktır. Ama kalmak da bir hâl bulunabiliyorsa, o zaman bu topraklar yeniden umut ve hayat vadeder.
Güzel bir hayat ihtimali, belki de en çok burada, bu kargaşanın ortasında, değişimi isteyenlerin yan yana gelişindedir.